Hayat tek pencereden ibaret değildir…

2 Aralık 2007 Pazar

Cengiz Çatalkaya'nın yazıya yorumu;

Mert’in bakış açısı gerçekten tüm tartışmaları noktalayacak nitelikte. Uzun süredir Mert’in yazılarını takip ediyorum. Onun pazarlamacı gibi düşündüğünü biliyorum. Bir Mühendis ama bir pazarlamacı gibi de düşünebiliyor. Şimdi Mert sen git işini yap bizim işimizi yapma, biz o işi yaparız mı diyelim Mert’e. Bunu kim diyebilir ki! Söyledikleri doğru mu? Doğru! Peki Mert’in bunları diyebilmesi için MBA mı yapması gerekiyor? Hayır. Farkındalığı yüksek olan tüm mühendisler bunu diyebilir. İyi ki de diyor. Ben onun yazılarından güzel şeyler çıkartıyorum. Bize diyor ki Mert! Ben pazarlamacı olmadığım halde bunları düşünebiliyorsam, siz de bir zahmet biraz mühendis gibi düşünün. Biraz mühendis gibi bakın hayata. Bakın disiplinlerarası işbirliği ne kadar güzel iletişimlere yol açıyor.

Biraz sonra yazacaklarım benim, bu konudan kendimce çıkardığım sonuçlar ve farkına vardığım, gözlemlediğim şeyler.

Hayat tek pencereden ibaret değildir. Hayatın bir çok penceresi vardır. Bu pencereleri görmek için, bunları görmeyi istemek ilk şart. Mesela Robin Sharma okuyup (ben de okumaya çalıştım ama okuyamadım) bilgelik arayanlar, yanı başlarında duran Mesnevi ciltlerini ellerine bile almıyor ! Sharmanın kitabı Mesnevinin milyonda birini veremez ki! Ama görmüyoruz. Çünkü tek pencereden bakmaya, sadece o pencereden geleni almaya alışmışız bir kere. Keskin kenarlı düşünüyoruz. Oysa daha esnek olabilmeliyiz. Biz görmedik ama Unesco 2007′yi Mevlana yılı ilan etti. Biz hala göremiyoruz. Pencerelerinizi açın!

Şimdi gelelim Guru kısmına.

Guru dinlemeyi herkes seviyor. Yabancı guru denince bol sıfırlı ve dolarlı fiyatlar geliyor. Hani öyle bir para ödüyoruz ki tek seferde, o guru bizi kurtacak zannediyoruz (buna asronomik rakamlar yol açıyor olabilir.) Oysa o gurular da iş hayatlarında çeşitli şirketlerde yıllarca mücadele etmişler. Bir Kawasaki veya Zyman neler yapmış bir düşünün?

Bu adamların başarısının, onları dinlemekle bize geçeceğine (bir tür enerji olduğunu söyleyenler de var), bu adamları dinlemekle şirketimizdeki tüm problemleri çözeceğimize veya bu adamlardan bir kaç tüyo kapabileceğimize inanabiliriz. Sadece ak yüzünü görmeye veya ben de eksik kalmayayım diye de gidebiliriz, nedenler çok. Nedenler çok da sonuçlar az!

Peki gurular genellikle nasıl çalışıyor? Benim gözlemlerime göre bu adamlar, bir kaç şirkette isim yaptıktan, birkaç dev başarıya imza attıktan sonra, kendi danışmanlık şirketlerini kurup, şirketlere danışmanlık yapmaya, bu sırada kitap yazmaya ( Yalnız burada çok önemli bir nokta var : Kitap isimleri oldukça yaratıcı oluyor! Hatta en önemli şey kitabın ismi “Mor İnek” - “Bildiğimiz pazarlamanın sonu” - “Devrimciler için kurallar” - “Rakiplerinizi çıldırtmanın yolları” - “Bütün pazarlamacılar yalancıdır” - “işinizi yeniden yaratın” v.s.) başlıyorlar. Böyle bir isim bulamazsanız, guruluğu unutun yani Kitaplar, konferanslarını özünü oluşturuyor genelde. Konferans sunumları kitabın özeti niteliğinde oluyor. Yani bazen sadece kitabı alıp işi ucuza da kurtarabilirsiniz.

Guru olmanın başka bir kuralı da bir pazarlama çeşidi icat etmek veya etmiş gibi yapmak . Yani tüm pazarlamaya yaklaşmıyorlar da pazarlamadan bir dilim seçiyorlar veya yeni bir dilim ekliyorlar (kendi pazarını kendin yarat rakibin olmasın) Bu yeni dilim (Godin/farklılaşma - Kawasaki/Devrim - Tom Peters/yaratıcılık v.s.) ile birlikte, ilk kitapları yayınlanır yayınlanmaz, büyük bir kitleyi peşlerine takmayı başarıyorlar. Zaten geçmişteki başarıları bu ünlerini çok destekliyor. Sharma gibi guruları katmıyorum bu pazarlama guru-huna. O ayrı bir rüzgarın parçası.

Yeni olan her zaman tutulur. Hele eskiyi hiç bilmiyorsanız. Çünkü, yeniler çok heyecanlandırıyor ve uygulanması çok kolay görünüyor. Mesela tüm tiyatro toplulukları ilk kurulduklarında mutlaka bir kaç “Deneysel oyun uyarlaması” yapmaya çalışırlar. “Abi geç ya, klasik tiyatro bunaltı aşmalıyız bunları” sözleri çok duyulur. Oysa bu adam daha, çehovun oyununda sahnede duvarda asılı duran tüfeğin niye oyunun sonuna kadar patlamak zorunda olduğunu bilmez. Klasik tiyatro nedir, antik yunanda neler olmuştur bilmez. Hızlıca ve kısaca bir deneysel tiyatroya dalar. Genellikle ortaya çıkan oyun seyirci atrafından anlaşılmaz ve saçma bulunur. Ama bu kişi yabancı örneklere bakıp bunu yapacağını sanmaktadır. bir Godot’da saçma tiyatro der. Ama bu tiyatroyu oynayan oyuncuların nasıl bir tiyatro eğitiminden geçtiğinden nasıl yıllar süren bir alt yapıdan geçtiğinden habersizdir. O yapmış biz de yaparız. Yaparsın da kendin bile anlamazsın. Pazarlamaya geri dönersek, biz de 5 dakikada gerilla pazarlama yapacağımızı sanıyoruz bu deneysel tiyatro yapanlar gibi. Tom peters gibi şirketi yenileyeceğimizi düşünürüz. Oysa bu şirketin alt yapısı buna hazır mı? Bilemeyiz ve bilmek istemeyiz. bizden satışları tavana vurmamız istenir ama biz kolay yoldan bunu yapabileceğimizi sanırız. Tek bir pazarlamacı ile şirketin yürüyeceğini sanırız.,

Gurular, zamanın önemini ve hızı iyi biliyorlar. Bazı fırsatçı gurular ise, bu mucize bulmaya karşı olan zaafımızı da biliyorlar.

Uzun uzun pazarlama yapmaya ne gerek var! Pazarlama mutfağına seslenin, “Çek bir gerilla pazarlama” . “Çek bir mor inek” bugün farklılaşmak istiyorum. Çek bir innovasyonFast Marketing (bakın bir tür de ben buldum) diyorum bazen. Uzun boylu pazarlama planlarına, stratejilerine, şirketin kurumsallaşmasına ne gerek var. Yap ordan bir orta şekerli innovasyon olsun bitsin. Yapmak kolay ya. Tom peters dinleyince mühendisleriniz yaratmaya mı başlayacak birden. Zaten ipod da 5 dakikada bulundu. Steve Jobs’un şirketin temellerini attığı uzun ve zorlu yılların hiç önemi yoktu değil mi! Olanlar bir birikimin sonucu. Demek ki guruları dinlerken bizdeki birikimi ve altyapıyı da sorgulamalıyız. yenilik güzel, “her şeyi değiştiriyoruz, tüm eski kuralları yıkacağız ve yeni baştan yaratacağız şirketi ve her şey güzel olacak!” sonuç! Yıkım. Çünkü alt yapı yok!

Ben öğrenmeyi seviyorum, o yüzden guruları da severim, ama tek başlarına yeterli olamazlar. Olmamalılarda. Belki bir başlangıç etkisi belki de denyimlerini, enerjilerini almak için dinleyelim. Ama hayatımızı kurtaracaklarını düşünmeyelim. Ne güzel bir sürü guru var, bir sürü kitap var. Birine saplanmayalım. Hepsinden alabildiğimizi alalım. Tom Peters okuyalım, (eskileri yıkın, yenileri yaratın) ama Zyman’ın sonuç=satış’ını da unutmayalım. İkisinin çarpışmasını ve zıtlığını inceleyelim. Hepsinden yararlanabiliriz. Ama müritleri olmayalım. Hayat bir çok pencereden ibarettir. Benim bilfiğim pazarlama da öyledir.

Kurtuluş reçetesi değiller ama yok sayılamayacak kadar da mükemmel fikirler ürettiklerini unutmayalım.

Gelelim Akademik alana. Sektör ve akademisyenler iş birliği yapmalı. Bu blogta olduğu gibi. Zeynep'in, benim ve diğer arkadaşların arasında olduğu gibi karşılıklı iletişim ve iş birliği olmalı. Akademisyenler daha çok kuramcı. Yani kuram ortaya atabilirler ve öğretebilirler ama bu kuramı denemek bize düşüyor. Biz uygulamacıyız. Biz uygulamadan, onların söylediklerinin doğru veya yanlışlığını anlayamayız. Akademisyenlerde bana göre eksik olan kısım, piyasadan uzak olmaları. Bu durum mezun olan öğrencileri de etkiliyor. Mezun olunca, sudan çıkmış balığa dönüyorlar. Oysa piyasayı iyi gözleseler, pazarı iyi bilseler, her şey daha güzel olacak. Bir de akademisyen, akademik yazı deyince, birden sıkıcı yazılar geliyor insanın aklına. Aslında guruların yaptığını akademisyenler de bal gibi yapabilirler. ama biraz yaptıklarını pazarlamaya ihtiyaçları var. Onların yıllardır söylediğini Godin bir kitapla dünyaya duyurdu. Godin’in imajı, kitap adı, söylem tarzı, bloğu. Hepsi onun çok tanınmasını sağladı. Aynısını bir akademisyen yapsa o da çok tanınmış bir guru olabilir. Yani yine pencereler olayına geliyoruz. Akademik pencere haricindeki pencereden de bakmalı. Pencere çok. Yeter ki bakmak isteyelim.

Guru olmaya en yakın gruptan biri de Akademisyenler. Çünkü bunun için daha çok araştırma yapma, okuma, ve zaman fırsatları var. Ayrıca zaten hocalar. Herkes onları dinler. öğrencilerine anlatacaklarına dışardakilere de anlatabilirler (anlatanlar da var) Ama bunu yaparken klasik ders anlatma şablonundan uzaklaşıp, teknolojiyi de yanlarına anlatıp , anlatımlarını güzel sunumlarla destekleyip yapmalılar. Ders/Hoca denince herkes sıkılıyor birden. Ama sunum/guru denince gözleri parlıyor insanların.

Diğer guru olmaya yakın grup ajanslarda ve danışmanlık firmalarında çalışanlar. Bunlar guru potansiyeli taşıyorlar. Çünkü genellikle şirketlere bunu yapıyorlar zaten. danışmanlık birikimleri, guru sunumları haline geliyor. Şu aralar Türkiyede guru olma veya konferanslarda konuşma ayrıcalığı danışmanlık/pazarlama ajanslarının elinde gibi görünüyor. Bir de tanınmış büyük/başarılı şirketlerin üst düzey yöneticileri de guruluk potansiyeli taşıyor.

Sonuç : Zaman farkındalık zamanı. Zaman bilgi zenginliği zamanı. Zaman hız zamanı. “Kendine ne değer katacaksan kendin katacaksın.” Gurular, akdemisyenler, kitaplar, şirketin, müşterilerin, personelin, hayatın kendisi, hepsi birer pencere, tüm pencerelerimizin açık olması gerekiyor bir pazarlamacı olarak. Diğerlerini, reddetmemiz veya afaroz etmemiz değil, kabul etmemiz ve bize katacağı değeri düşünmemiz gerekiyor.

0 yorum: