Özlediğiniz o paha biçilmez “lezzet” ve iştah kabartan “rayiha” Duru Bulgur’la yeniden sofralarınızda...

27 Kasım 2007 Salı

Küçükken yaz tatillerinde arasıra babamın köyüne giderdik. İlginç gelirdi bize oralar ve her gittiğimizde deliye dönerdik. Ama öyle doğası ve havası muhteşem bir yer hayal etmeyin sakın. Bildiğiniz Anadolu köyü işte. Yazın kuru sıcağında çevre toz toprak, ortalıkta birkaç yeşil ağaç ve mis gibi! tezek kokusu. Önünden bir çay geçerdi evin. Biz niye mi deliye dönerdik buraya gidince? Çünkü ne kadar hayvan varsa ortalıkta olurdu ve tabi biz de onların peşinde. Tavuklar, kazlar, kediler, köpekler, civcivler, koyunlar, kuzular... Aklınıza ne gelirse artık. O yaz sıcağında hayatı bu hayvancıklara zindan ederdik. O günleri düşününmek bile güldürüyor şimdi beni. Mesela kaz sürüsü tarafından kovalanmak en sevdiğim eğlencelerden birisiydi. Hem ödüm patlardı hem de o kovalamacanın heyecanını yaşamak için gider gider rahatsız derdim çayda yüzen kazları. Sonra da zor atardım kendimi evin içine.

Köyde geçirilen günlerin en güzel yanlarından birisi de yemek saatleriydi. Gerçi o zamanlar eve girip yemek yemek işkence gibi gelirdi bize ama bir kez sofranın başına oturunca da kalabalık yenen o yemeklerin keyfi bir başka olurdu. O günlerden aklıma kazınmış olan tatlardan birisi de bulgur pilavıdır. Bir başka olurdu o tereyağında pişmiş sebzeli bulgur pilavının tadı*. Yanında da buz gibi ayran (gerçi buzdolabı da yoktu ama o ayran nasıl buz gibi olurdu onu çok hatırlamıyorum). Artık sokaklarda sürtmenin verdiği açlıktan mıdır yoksa kalabalıkta daha mı tatlı oluyordu bilmiyorum ama bulgur pilavının tadı da yemenin keyfi de hiç o günlerdeki gibi olmadı bir daha. Ta ki geçenlerde yediğim bir pilava kadar. Bir ödevim için tarım ürünleriyle ilgili üretim yapan bir firmayla görüşmem gerekiyordu. Sağolsun Selim Tuncer aracılık etti de Duru Bulgur’un sahibi İhsan Bey’le görüşme imkanım oldu. İşte bu görüşme sonrasında bize ikram ettikleri bulgur pilavı beni aldı, çocukluğumun o köy günlerine geri götürdü. Ben de hem yardımlarından dolayı kendilerine teşekkür etmek hem de sizlerin de Duru’yu tanımanız için hikayelerini buraya taşımaya karar verdim.

Tüm dünyada geleneksel gıda ürünlerinin modern arz biçimleriyle süpermarket raflarında, modern kent insanın beslenme kültürü içinde yerini aldığını biliyoruz. Bu tür gıda ürünlerinin, ülkemizde henüz geleneksel üretim ve arz biçimlerinin kısır döngüsünden kendini kurtaramadığını, kentli tüketici kitle algısına hitap edemediğini söyleyebiliriz.
Bulgur yüzyıllar boyunca Anadolu sofralarının en temel besin kaynaklarında biri olmuştur. Özellikle Güney-Güneydoğu, Doğu Anadolu ve Orta Anadolu bölgelerinde bulgurun tüketimi oldukça yoğundur. Yine bu bölgelerde, bulgurla yapılan yemeklerin sayısı da oldukça fazla. (Işık, 2006, s.8) Ancak, bulgur bu denli eski tarihine ve Anadolu mutfağındaki payına rağmen, ne yazık ki, kent sofralarında hak ettiği ilgiyi görememiş, hatta unutulmuş ve çoğunlukla köylü yemeği olarak algılanmış bir besin maddesi...

Türkiye’de bulgurun bu konumuna karşın, dünya, bulguru yeni yeni keşfetmeye başlıyor. Son yıllarda yapılan araştırmalar, bulgurun pirince göre üstün özelliklerini, insan beslenmesi ve gelişimi için önemini ortaya koyuyor ve beslenme piramidi içinde bulgurun önemli bir yer edinmesini sağlıyor. Tüm bu gelişmeler, yeterince etkili olmasa da Türkiye’de de bulgurun öneminin dile getirilmesine bir başlangıç oluyor.

Türkiye, dünyanın en büyük bulgur üreticisi olmasına karşın, ne yazık ki pazarda çok etkili firmaların olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak, bu firmaların içinden bir tanesi, vizyonu ve pazarlama yaklaşımları ile ön plana çıkıyor ve son dönem basında da kendinden söz ettiriyor; Karamanlı İhsan ve Emin Duru kardeşlerin sahibi olduğu ve tam yetmiş bir yıldır bulgur işinde olan Duru Bulgur.

Firma, son beş yıl içinde çok önemli atılımlar gerçekleştirmiş ve bulgurun sadece Türkiye’de değil, başta AB ülkeleri olmak üzere, tüm dünyada tanıtımı için uğraşmış. Bu çabalarına hâlâ da devam ediyor. Pazarda farklı uygulamaları ile kendisini gösteren ve önümüzdeki dönemde de yeni projelere imza atmayı planlayan Duru Bulgur, bu özellikleri nedeniyle, incelenmeye değer bir firma.

Kimdir Duru Bulgur?

Bulgur ticaretinin ilk başladığı il Karaman. Karaman’da bulgurun ticari olarak üretimi, buradaki askeri birliğin talebi ile başlıyor. Ordunun alımlarını karşılamak için, bazı tüccarlar satın aldıkları buğdayları evlerde kaynattırıp, daha sonra bunları taş değirmenlerde çektirip çuvallarla askeriyeye satıyorlar. Bir süre sonra, bölgede küçük imalathaneler kuruluyor ve evlerde yapılan üretim, bu imalathanelere kayıyor. Bu dönemde Ağadeğirmen Vadisi olarak adlandırılan bölgede yaklaşık yirmi sekiz imalathane kuruluyor. İşte Duru Bulgur’un kurucusu olan Ziya Duru da işe ilk olarak böyle başlıyor. Firma 1935 yılında kuruluyor. O dönemde, Duru Bulgur’un sahibi olduğu eski imalathane yıllık 600 ton buğday işleme kapasitesine sahip. Üretim ise neredeyse tamamen emek yoğun bir yapıda.

Duru Bulgur, 1988 yılında şirketleştikten sonra, Organize Sanayi Bölgesi’nde, şimdiki fabrikanın temelleri atılıyor. 1990 yılından bu yana da, 30.000 m² açık, 13.500 m² kapalı alanı olan bu fabrikada faaliyetlerine devam ediyor. Firma, 1997 yılına kadar üretimine küçük kapasite arttırımları ile devam ediyor, 1997 yılında yapılan yatırımlar sonrasında ise kapasitesini önemli ölçüde artırıyor. İhsan Duru, mevcut fabrikanın, Türkiye’nin en modern ve en ileri teknolojisine sahip fabrikası olduğunu belirtiyor.

Duru Bulgur’un günlük üretimi yaklaşık 100 ton civarında. Yıllık üretim ise 20.000 tonu geçiyor. (Türkiye’de üretilen 1.000.000 ton bulgurun yaklaşık %50’si evlerde yapılıyor. Bu nedenle, endüstriyel anlamda üretim miktarının yıllık yaklaşık 500.000 ton civarında olduğu tahmin ediliyor.) Ancak, iç ve özellikle de dış piyasadan gelen talebe karşılık kapasite yetersiz kaldığından yeni bir tesisin inşası için çalışmalar devam ediyor. İhsan Duru, bu yeni fabrikanın, sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın gıpta ile bakacağı bir teknolojiye sahip olacağını iddia ediyor.

Hasat sonrası bir şenlik başlar köylerde

Duru’yu farklı kılan unsurlara geçmeden önce burada kısa bir ara verelim ve birlikte bulgurun nasıl üretildiğine bir bakalım isterseniz. Türkiye’de tüketilen bulgurun neredeyse yarısına yakını hâlâ evlerde yapılıyor. Hasat sonrasında köylerde bir şenlik havasında başlıyor bulgur yapımı. Önce buğdaylar kaynatılıyor ve bezlerin üzerine serilerek güneşte kurutuluyor. Kurutulmuş buğdaylar taş değirmenlerde öğütülüyor. Daha sonra da çeşitli incelikte eleklerden geçirilerek iri kısım pilavlık, ince kısım ise köftelik bulgur olarak ayrılıyor. Hazırlanan bulgurlar ise bez torbalarda yada toprak küplerde, yıl boyunca tüketilmek üzere serin yerlerde saklanıyor.

Bulgurun endüstriyel anlamda üretimi de, bu geleneksel üretime benzer aşamalardan geçiyor. Türkiye’de genel olarak iki tür bulgur üretimi yapılıyor. Bunlardan ilki olan Karaman tipi üretimde bulgur kurutulduktan sonra tavlanıyor ve daha sonra taş değirmenlerde hem kabuğu soyuluyor hem de kırılıyor. İkinci sistem olan Antep tipi üretimde ise bulgur pişirilip kurutulduktan sonra taş değirmenler yerine diskli veya çekiçli değirmenlerde kırılıyor. Yani Antep tipi ile Karaman tipi arasındaki en önemli fark, bulgurun kırılması aşamasında meydana geliyor. Diğer yandan, geleneksel üretime göre endüstriyel üretimde karşımıza çıkan en önemli farklılıklardsan birisi de kurutma aşaması. Geleneksel yöntemde, güneşe serilerek kurutulan bulgur, gelişmiş üretim sistemleri içinde havalandırma kuleleri içine serilerek kurutuluyor.

Bulgurun kalitesi için en önemli unsurlardan birisi de hammadde, yani buğday. Bulgur yapımı için uygun buğday türünün kullanılması gerekiyor. Bulgur yapımına en uygun buğday türü ise Triticum durum. Sert ve kırılgan yapıdaki durum buğdayının taneleri camsı bir özelliğe sahip ve öğütüldüğü zaman ekmeklik buğday taneleri gibi un haline gelmiyor, cam gibi parçalanıyor. Bu nedenle de kaliteli irmik, bulgur, makarna yapımında kullanılan tek buğday türü durum buğdayı. Türkiye`de durum buğdayı Konya, Karaman, Urfa, Gaziantep, Diyarbakır, Erzurum, Haymana, Eskişehir ve Kayseri`de yetiştiriliyor.

Taş değirmenin tadı da kokusu da farklıdır

Duru’nun üretim süreci en kaliteli buğdayların seçimiyle başlıyor. Firmanın bulunduğu bölgede çok yoğun bir şekilde sert buğday ekildiği için firma hammadde bulmakta sorun yaşamıyor. Ancak, buğdayların satın alınmasında çok dikkatli incelemeler yapılıyor. Önce gözle, sonra da laboratuvarda kalıntı madde ve kalite kontrolleri yapılıyor. Ayrıca Duru, kaliteli buğdaya daha yüksek fiyat vererek çiftçiyi de daha kaliteli buğday üretmesi konusunda teşvik etmeye çalışıyor. İhsan Duru, kaliteli ürüne daha yüksek fiyat ödemenin karşılığını aldıklarını söylüyor.

Hammaddeye verilen önem, üretim süreçlerinde de devam ediyor. Duru Bulgur’un en çok önem verdiği konuların başında, ürünün ve üretimin kalitesi geliyor. Bu nedenlei firma Türkiye’de ISO 9001:2000 Kalite Yönetim Sistemleri ve HACCP Gıda Güvenliği ve Hijyeni belgesi almaya hak kazanan ilk firma.

İhsan Duru, üretimde kullanılan teknoloji bakımından fabrikanın Türkiye’deki en gelişmiş üretim tesisi olduğunu belirtiyor. Üretim, Karaman tipi üretim yöntemiyle gerçekleştiriliyor. Bu noktada, İhsan Duru daha önceki dönemlerde hem Gaziantep tipi kesme yöntemini denediklerini hem de Almanya’da kesim yaptırdıklarını, ancak bunların hiçbirinde taş değirmen kalitesini, tadını ve kokusunu yakalayamadıklarını belirtiyor. Bu nedenle de babadan öğrendikleri taş değirmenlerde bulguru kırma yöntemine devam ediyorlar. Firmanın en önemli farklılıklarından birisi zaten modern üetim sistemine entegre ettikleri taş değirmenler. Taş değirmen kullanımının zaten bulgur yapımında kullanılan en eski teknik olduğunu belirten İhsan Duru, bulguru taş ile kırmanın, bulgura asıl tadını ve kokusunu verdiğini belirtiyor. Ayrıca, fabrikada bulunan taş ayırıcılar sayesinde, kırma sırasında kopan ve bulgura karışan taşların da, artık neredeyse sıfır hata ile ayrıştırılabildiğini belirtiyor.

İhsan Duru, üretim konusunda müşterilerinden de önemli geri bidirimler aldıklarını söylüyor. Bir dönem İzmir’de Antep yemekleri sunan bir restorandan bir telefon gelmiş: “Aman dikkat edin, bulgurun kalitesinde bir sorun var, pilav eskisi gibi olmuyor.” demişler. Fabrika alarm durumuna geçirilmiş. Bakmışlar ki fabrikadaki elekler değiştirilirken bir sorun oluşmuş ve bir kısım bulgur daha kalın çıkmış. Bunun üzerine hemen gerekli düzeltmeler yapılmış. Diğer yandan Karamanlı ev hanımları da yöresel bir yemek olan ‘batırık’ yaparken ince bulgurun kalın kaçtığından şikayet etmişler. Duru hemen gerekli düzenlemeleri yapmış. Sonra da ev hanımlarından kalitenin sağlandığı yönünde onay alarak üretime devam etmişler.

Güven Borça ve A. Selim Tuncer işe karışınca

Duru Bulgur, bugünün dünyasında kazanmak için sadece iyi üretim yapmanın yeterli olmadığının da farkında. Bu nedenle 2001 yılında konumlandırma ve markalaşma çalışmalarına başlıyor. Hemen hemen aynı dönemlerde Güven Borça ve Mass reklam ajansıyla konu üzerinde çalışmaya başlıyorlar.

Önce A. Selim Tuncer’le marka görsel kimliğinin değişimi ve reklam için görüşülüyor. Görüşme esnasında Tuncer, kentli tüketici için bulgurun yeniden konumlandırılması gerektiğine işaret ediyor. Sonra marka danışmanlığı konusunda Güven Borça’yla bir görüşme yapılıyor. Borça da ajansta yapılan görüşmeden habersiz olarak benzer yaklaşımları gündeme getirince önemli bir görüş birliği oluşuyor.

Kollar sıvanıyor ve Duru markası için bir yol haritası çıkartılıyor. Firma beş senedir çizilen bu yol haritası üzerinde ilerleyerek markalaşma ve konumlandırma çalışmalarını sürdürüyor.
Bu çalışmalar kapsamında öncelikle bir SWOT analizi hazırlanıyor. Bu çalışmada, bulgurun kentli tüketiciler tarafından yeterince tanınmadığı, hatta bulgurla ilgili şişmanlattığı şeklinde yanlış bilgilere sahip olunduğu ve pazarlama iletişiminden yeterince yararlanılamadığı gibi sonuçlar çıkıyor. Bunlara, son dönemde bulgurun hem çok sağlıklı hem de çok besleyici olduğunu kanıtlayan araştırmalar ve Duru Bulgur’un taş değirmenler kullanarak ürettiği bulgurun lezzet ve kalite açısından piyasadaki diğer ürünlere göre üstünlüğü de eklenince, Duru Bulgur’un kentli sofralarında yaygınlaştırılmasına yönelik bir hedef belirleniyor.

Kentli hedef kitle arasında yapılan gözlem ve araştırmalar şöyle bir gerçeği ortaya çıkarıyor: Yaş segmenti olarak bulguru tanıyan ve lezzetini bilen kitle, fabrikalarda çelik değirmenlerde kırılarak üretilen ve paketlenerek satılan bulgurlarda o eski lezzeti bulamadığı için bulgurdan uzaklaşırken, daha yeni jenerasyon bulguru köylü yemeği olarak algılıyor.

Bu veriler ve yukarıdaki hedefler doğrultusunda da ortaya “Bulgurun Kentlileştirilmesi Projesi” çıkıyor. Bu proje ile kentli hedef kitlenin bulgur algısını değiştirmek, bulgurun yeniden sofralara taşınmasını sağlamak amaçlanıyor. Yani; “Anadolu taş değirmen bulgurunun eşsiz lezzeti, Duru Bulgur’la tekrar sofranızda...” mesajını vermeye odaklanıyor Duru.

İlk aşamada, Duru Bulgur’un logosu ambalaj tasarımları değiştiriliyor. Bu dönemde firma, özellikle yurtdışındaki bayilerinden ambalajlarını değiştirmemeleri gerektiği, aksi taktirde ürünlerini satamayacakları yönünde tepkiler alıyor. Ancak, değişim sonrası satışlar daha da artıyor ve Duru Bulgur yeni görüntüsüyle Avrupa’da tam anlamıyla bir marka haline geliyor. İhsan Duru, bu başarıları nedeniyle Avrupa’da “Dudu” ismi ve benzer ambalajlarla taklit edildiklerini, ama zamanında önlem alarak hemen bu taklit ürünleri toplattıklarını belirtiyor.

Bunu izleyen dönemde ise basın ilanları ve televizyon reklamları geliyor. Reklam stratejisinde ise şu mesaj verilmeye çalışılıyor:

“Özlediğiniz o paha biçilmez “lezzet” ve iştah kabartan “rayiha” Duru Bulgur’la yeniden sofralarınıza gelmektedir... Çünkü Duru Bulgur, diğer sanayi ürünü bulgurlar gibi çelik merdanelerde değil, yüzyıllardır olduğu gibi taş değirmenlerde öğütülüyor. Besin değerini, eşşiz lezzetini ve baştan çıkarıcı rayihasını sonuna kadar koruyor. Şimdi sofralarınızda buram buram bulgur, buram buram lezzet var”.

Tadına bakan lezzet farkını hemen anlıyor

İhsan Duru, kentlerde oturan insanların, yemek alışkanlıklarının da giderek farklılaştığını ve bulgurun tadını, nasıl bir şey olduğunu unuttuklarını belirtiyor. İşte buradan hareketle de Duru’nun tattırım aracı projesi doğuyor. İstanbul'da her gün bir büyük marketin önünde tattırma aracı bulundurduklarını anlatan İhsan Duru, “Bunun için özel bir araç hazırladık. Kırmızı renkte göz alıcı bir araç. Üzerinde bulgur yemeklerinin görüntüleri var. Aracımız her sabah bir markete gidiyor. Aşçımız öğlene kadar bulgur yemekleri hazırlıyor ve özel Duru tabaklarında hazırladığı bu yemekleri markete gelen müşterilere tattırıyor." diyor. İstanbul'da gezilmedik market bırakmadıklarını söyleyen İhsan Duru, çok olumlu tepkiler aldıklarını, hatta bu işe ilk başladıklarında marketlerden kendileri talep etmelerine karşın artık marketlerin kendilerini arayarak araç talebinde bulunduklarını söylüyor. (Görüşmemiz sırasında araç Karadeniz’de tattırım turlarına devam ediyordu.)

Projelerden bir diğeri de içinde 110 tarifin bulunduğu Bulgur Yemekleri kitabı. Aslında kitap ilk olarak Duru Bulgur’un katkılarıyla 2003 yılında 5.000 adet olarak basılıyor. Ancak, hem kitabın literatüre girmesi hem de isteyen hnerkesin ulaşabilmesi amacıyla, kitap Akfa Basım tarafından 2006 yılında yeniden basılıyor. Ayrıca, kitabın pek çok yabancı dile çevrilerek yurtdışına da gönderilmesi konusunda çalışmalar devam ediyor. Diğer yandan, bu kitap çalışması paralelinde, Duru Bulgur büyük çaplı ulusal gazete ve eklerinde bulgur ile ilgili yemek tarifleri de veriyor.

Avrupa’yı fethetmiş, Amerika pazarının da yolunu yarılamışlar

Duru Bulgur üretiminin %50’sini yurtdışına ihraç ediyor. Duru Bulgur’un yurtdışındaki en büyük pazarı ise AB’de Türk nüfusunun yoğun olduğu ülkeler. Başta elbette Almanya geliyor. Ancak, zaman içinde AB ülkelerindeki diğer ülkelerden de talep aldıklarını belirtiyorlar. Özellikle Arap nüfusun yoğun olduğu İngiltere ve Fransa’nın kendileri için çok çekici pazarlar olduğunu söylüyorlar. Mevcut durumda Avrupa’da en çok bilinen ve satılan bulgur Duru. İhsan Duru Avrupa’ya 10.000 ton bulgur sattıklarını ve orda bir marka olduklarını söylüyor. Hatta bir Türk marketi kurmak için Duru Bulgur’un olmazsa olmaz markalar arasına girdiğini de ekliyor.

Ayrıca, Amerika’nın ithal ettiği bulgurun %50’sini Duru gönderiyor. Avustralya, Kıbrıs ve Libya’ya da ihracatları var.

Duru Bulgur yurtdışında da tanıtım çabalarını sürdürüyor. Özellikle televizyon reklamları ile birlikte dizilere de sponsor oluyor.

İhsan Duru hiç duracağa benzemiyor

İhsan Duru hem inanılmaz bir enerjiyle dolu hem de vizyon sahibi bir yönetici. Aklında sürekli yeni projeler var. Bunlardan en yakın zamanda gerçekleşecek olanı ise Türkiye pazarında olmayan yeni bir ürünün sunumu. (Görüşme sırasında ürünler için son testler devam ediyordu.) “Bulgurun Kentlileştirilmesi Projesi” kapsamında, piyasaya daha küçük gramajlarda, kurutulmuş sebzeli ve mercimekli bulgur ürünleri sunma hazırlıkları içindeler. Bu ürünlerin içinde katkı maddesi kullanılmayak. İhsan Duru, sadece yağ ve su eklenerek kolayca yenmeye hazır hale gelecek bu ürünlerin pazarda kendilerine çok büyük bir farklılık sağlayacağını belirtiyor.

Duru Bulgur “Bulgurun Kentlileştirilmesi Projesi” kapsamında iki yeni kitap için de çalışmalarına devam ediyor. Bunlardan birisi, bir diyetisyenle birlikte yürütülen ve bulgurun tanıtılmasına yönelik bir kitap. Diğeri ise, sıcak yaz günleri için hazırlanan, Bulgurlu Yaz Yemekleri kitabı.

Firma ayrıca organik tarım ve organik bulgur üretimine de girmeyi planlıyor. Bu amaçla, yaklaşık iki yıl önce gerekli belgeleri almış olan firma, Hazine’den arazi talep etmiş. Ancak, gerekli olan araziler mera kapsamında olduğundan, henüz istenilen büyüklükteki arazi arayışları devam ediyor. İhsan Duru, bu konudaki tüm çalışmaları yaptıklarını hatta iki sene öncesinden organik hayvancılığa da başlayarak, organik gübre elde ettiklerini, arazinin sağlanması durumunda bir yıl içinde organik bulgur üretimine başlayabileceklerini belirtiyor.

İhsan Duru, önümüzdeki dönemde hem dünyada hem de Türkiye’de bulgur pazarının çok büyüyeceğini ve kendilerinin de bu pazar içinde önemli oyuncu olmayı hedeflediklerini söylüyor.

Kendisinden aktaracağım şu sözler aslında hiç de yanılmadığını bize gösteriyor; “Büyük hedeflere ulaşmak için mütevazı bütçelerle yola çıktık. Ama bizimle çalışan herkes ürünümüzü gördü ve güvendi. Güven Borça, Selim Tuncer, çalışanlarımız, müşterilerimiz hepsi Duru Bulgur’u tadıp beğendiler, farkını anladılar ve hem bize hem de ürünümüze güvendiler, inandılar. Bu ortak inanç elbette çalışmalarımızın verimliliğini önemli ölçüde artırıyor.”

Sanırım ben de onlara inanıyorum :)

* Duru Bulgur’la görüşmemizden sonra babamla sohbet ederken bu konu açıldı. Meğer bizim köydeki bulgur pilavının sırrı kendi ektikleri Laleköse isimli bir buğdayda saklıymış. Bu cinsin başaklarında hiç kılçık olmazmış. Bu yüzden de ismine “köse buğday” ya da “Laleköse” denirmiş yörede (fabrikalarda bu buğdaş 13 melez olarak biliniyormuş). İşte bu buğdaydan, evde yapılırmış köydeki bulgurlar. Tadı da kokusu da bir başka olurmuş bu bulgurun. Ama Laleköse buğdayının verimi çok düşük olduğu için şimdilerde hemen hemen hiç ekilmiyormuş.
Bu yazı, Duru Bulgur’un sahibi İhsan Duru ve reklam ajansları Mass Agency’nin başkanı A.Selim Tuncer ile 2 Haziran 2006 tarihinde firmanın İstanbul ofisinde yapılan görüşmede alınan bilgilerle, Tarımsal Ürün Pazarlaması dersi için hazırlamış olduğum firma incelemesi ödevimin özetidir.

Son olarak Portakal Ağacı'na da fotoğraflarını kullanmama izin verdiği için teşekkür ediyorum. Hazır bu kadar bulgurdan bahsetmişken, canı çekenler hemen Portakal Ağacı'na uğrayıp, yukarıda gördükleri nefis sebzeli bulgur pilavı ve kısırın tariflerini alabilirler.

0 yorum: